30 Temmuz 2011 Cumartesi

Havada



Iki gun once koydugum Havada-Karada-Suda postunun, ilk resmini tam anlamayanlar yada binanin ustunde reklam panosi sananlar olmus, aslinda durum o resimde olanlardan birazcik daha farkli.. Madrid Masters Tenis turnuvasi oncesi iki akrobat Paseo de la Castellana de Madrid binasinin ustunde gorunemz topla (!) tenis sovu yapiyor..

Spor ve Ulke Sevgisi'nin Kesisimi: George Weah

Cogu futbolcu politik fikirlerini yesil sahalara tasiyor. Hatta bazi futbol takimlarinin bu politik fikirler uzerine kurdugunu, taraftarindan yoneticisine altyapisindaki futbolcusuna bir sekilde de benimsendigini biliyoruz. Laziolu futbolcu Di Canio’nun gol attiktan sonra Lazio taraftarlarina verdigi Nazi selami hala akillarda.


Ancak futbol ve politika diyince Weah ulkesine ve politikaya olan ilgisini arkadaslarindan cok farkli bir boyuta tasimis durumda . George Tawlon Oppong Ousman Weah 1 kasim 1966 yilinda Liberya’nin basketi Monrovia’nin en fakir yan mahallelerinden birinde hayata gozlerini actiginda ailesi onun bir gun ulkenin en unlu insanlarindan biri olacagindan habersizdi. Cocuklugu sirasinda futbola olan yetenegi ile dikkat cekse de o zamanlar Monaco kulubunun menejari olan Arsene Wenger onu kesfedene kadar Liberyada bile yildizi parlamamisti. Monaco da 3 yil top kosturdukdan sonra yildizinin parladigi Paris Saint Germen takimina transfer oldu. Birbirinden basarili 3 yil geciren Weah’in bu performanisi ona Milan kapisini acti. Ayni sene Weah dunyada nerdeyse bir futbolcunun alabilecegi her odulu aldi. World Fifa Player of the Year odulunu alan ilk Afrikali olurken, Avrupali en iyi oyuncu ve Afrikali en iyi oyuncu odullerinin de sahibi oldu.

O, cogu insana gore gelmis gecmis en iyi siyahi futbolcu, ama kendi vatandaslarina gore Weah bir futbolcudan cok daha fazlasi. Liberya’da 1989 da baslayan ic savas, Weah’in tam futbol oynadigi yillara denk geldi. Fransa milli takimi icin gelen teklifleri geri ceviren Weah sadece Liberya milli takiminun formasini giydi.1986-1996 yillari arasinda suren ic savas boyunca takimin deplasman masraflarini bircok kez kendi cebinden karsiladi. Weah’in ulkesi ve insanlari icin hizmeti bununla da sinirli kalmadi.

Weah’in ulkesinde isler gercekten iyi gitmiyordu. 1999 da tekrar ic savas basladi ve bu sefer ilkinden bile daha yikici sonuclara yol acti. Savas, 150,000 den fazla kisinin olumune ve yaklasik 1,000,000 kisinin evini kaybetmesiyle sonuclandi. Savas 2005 de sona erdiginde Weah daha once esine benzerine rastlanmamis sekilde Liberya baskanligina aday oldugunu acikladi. Evet belki Weah ulkesinde gereginden fazla seviliyordu ve dunya capinda en cok taninan Liberya vatadansiydi ancak egitim seviyesi Clara Town kasabasinin ortaokul siralarindan ileri gitmiyordu. Ironik olarak rakibi ise Harvard’da ogrenim gormus ve yaklasik 20 yillik bir politika tecrubesine sahip olan Ellen Johnson Sirleaf’di.

Iki tur olarak yapilan secimerin, ilk turunda %28.3 oy alarak secimlerin ikinci turunda turunda Ellen Johnson Sirleaf’a karsi yarismaya hak kazandi. Sirleaf’in aldigi %59.4’luk oya karsin Weah sadece %40.6 oy alabildi, ve baskanlik secimini kaybetti.

Onumuzdeki secimler bu sene kasim ayinda ve secimlerin en buyuk favorisi yine Ellen Johnson Sirleaf, otoriteler Weah’i bir onceki secimde oldugu sekilde tecrubesizligini ve dusuk egitim seviyesini elestiriyorlar. Ancak Weah Ellen Johnson Sirleaf’a karsi yarismaya kararli kendisi zaferinden sonra “stadyumdaki taraftarlarin cikardigi muthis gurultuye neden olan bu sevinci” geri getirmek istedigini soyluyor. Liberya suan gercekten hic de iyi bir durumda degil, halk savas sonrasi salgin hastaliklar ve acikla bogusuyor, ama gercekten bir ulkeyi yonetmek icin Weah’in birazcik olsa da tasimadigi baska hangi ozelliklere ihtiyac var?

Havada-Karada-Suda






29 Temmuz 2011 Cuma

Uçan Adam Sabri


Gördüğümüz kadarıyla Fatih Terim'in Galatasaray idmanları neşeli geçiyor. 10 kaplan gücündeki 3 ciğerli Sabri'de yardırmış. Yorumsuz.

Futbol Aski Heryerde




Goruntulerde futbol askini kortlara tanismis uc tane tenisci var. Ilk resim Danimarkali raket Carolina Wozniacki kendisi buyuk bir Steven Gerard ve Liverpool hastasiymis. Tenisseverler merak etmesin kendisi icin ozel hazirlanan zarif elbisesinin ustune formayi giyip maca boyle cikmiyor Wozniacki sadece isinmalara birkac kez boyle cikmis..

Resimlerin aralarinda en ilginci suphesiz Nicolas Kiefer'in giydigi Hannover 96 formasi. Kendisi butun mac boyunca bu forma ile oynuyor. Hannover 96 da oynayan cok yakin arkadaslari varmis ve cogu zaman bu arkadaslari ile birlikte Hannover 96 antrenmanlarina bile katiliyormus. Diadora markasi ona resmi bir sirt numarasi teklif etmis o da '69' numarasinin en komik oldugunu dusunup onu secmis. Hatta Diadora arkasinda 'Kiefer 69' yazan formalari diger Hannoverli futbolcularin formalari ile birlikte bile satiyormus..
Kiefer'in tenisci arkadasi Robredo'nun ise olaya bakis acisi ilginc "Kiefer'in giydigi '69' numaranin uc tane aciklamasi olabilir, ya sansli numarasidir, ya futbol takimi tarafindan kendisine verilmistir, ya da ucuncu nedeni dusunmek bile istemiyorum .. "



Nostalji

Galatasaray bu akşam Liverpool’u evinde 3-0 yendi. Maçı izlemedim, duyduklarım ve okuduklarıma göre özellikle ilk yarı Galatasaray çok üstün oynamış, üstüne net skor ve Elmander’in şık golü taraftarları heyecanlandırmış. Hazırlık maçı da olsa takımda şimdilik işlerin iyiye gittiğine işaret, liglerin de ertelenmesiyle her açıdan lige daha hazır bir Galatasaray gelecek gibi.

Bu galibiyet üstüne 2003 yazında izlediğim bir hazırlık maçı geldi, Galatasaray’ın yine Liverpool’la oynadığı ve yine 2-1 kazandığı maç. Ev sahipliğini Ajax’ın yaptığı Amsterdam Cup turnuvası için oynanmıştı bu maç. Turnuvaya Ajax’ın yanısıra Liverpool ve Inter ile katılan Galatasaray için o sene davet edilmek (yanlış hatırlamıyorsam) basında çok prestijli bir olay olarak lanse edilmişti. Benim o maçtan daha çok aklımda kalan şey ise Cesar Prates’in frikikten çaktığı gol. Prates’in ayrıca o turnuvada Inter’e karşı oynanan maçta bir frikiği direkten dönmüştü.


Söz hazırlık maçlarından açılmışken, bir de Galatasaray’ın eski golcüsü Necati Ateş’i analım. 15 Ocak 2005’te Galatasaray, Schalke 04 ile bir hazırlık maçı oynamıştı. Lige verilen devre arası fırsatı sayesinde Almanya’da oynanan maçta Necati belki de kariyerinin golünü bir röveşatayla atmıştı.


Son olarak da bilgi verelim: Galatasaray hazırlık maçında Liverpool’u 2-1 yendiği sene (03-04) ligi 6.cı bitirmiş, Necati’nin Schalke’ye ayarı verdiği sene de (04-05) ligi 3.tamamlamış. Daha ilginci ise o iki sezon Fenerbahçe şampiyon olmuş. Fenerbahçe’nin bu sene hangi ligde oynayacağı muamma, Galatasaray da belki bu sene uğuru bozar. 9 Eylül gelsin, “Turkcell Süper Lig! Artık Başlasın!”

28 Temmuz 2011 Perşembe

Fernando Verdasco



Ayakla oynanan tenise 'ayak-tenisi' deniyorsa, peki bunun adi ne ?

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Aguero-Tevez-Sneijder


Su ana kadar cok hareketli gecmeyen ve bomba transferlerin gerceklesmedigi bir transfer donemi yasarken, Manchester City bombayi patlatti, Aguero’yu alarak cok onemli bir transfere imza atti. Abu Dhabi United Group’a satildigindan beri Mancester City’nin gerceklestirdigi sekizinci forvet transferi. Aguero’nun gelisinden sonra zaten transferi gundemde olan Tevez’in de gidisi kesinlesmis gibi oldu. Italyan medyasi Tevez’in Inter’e kiralik olarak verilecegini yaziyor. Mancester United ise Cristiano Ronaldo’dan kazandigi parayi harcamaya devam ediyor, transfer listesinde birbirinden unlu ve kaliteli oyuncular var. Vucinic bu oyuncular arasinda United’a en yakin olani, ama hala Sneijder ve Nasri gundemde. Aguero’nun City’e gelisi Tevez’in Inter’e gitmesine, Tevez’in Inter’e gitmesi de Sneijder Man.Utd’a gitmesini kolaylastiriyor.

Ingiltere’de Man. City’nun Aguero bombasinin ardindan gozler son sezonlarda flas transferleriyle dikkat ceken Chelsea’ye cevrildi, Palermo’nun basarili orta saha oyuncusu Pastore’nin Chelsea’ye cok yakin oldugu yaziliyor, bu transferde Chelsea’nin rakibi ise Araplar tarafindan satin alinan PSG. Hamsik’in ‘Sampiyon olmadan Napoli’den gitmiyorum’ aciklamasindan sonra Milan’da yeni hedef Montolivo ve Fabregas. Soz konusu Fabregas olunca Barcelona ile Arsenal arasina giren bu isten zararli cikar..

Cagir Babanlari Istemeye Gelsinler..

Kortlarin suphesiz en basarili teniscilerinden biri 20 yasindaki Danimarkali tenisci Wozniacki. 11 Kasim 2010 ele gecirdigi birinciligi suana kadar kaptirmadi kimseye. Genc yasta gelen bu basariya guzelligi de eklenince bu kis Kobe Bryant, Barcelona ve Mancester United takimlarinin ardindan THY Wozniacki'ye de sponsor oldu ve onu yeni Bussiness Class tanitim reklaminda oynatti. Artik bizim kizimiz sayilir Wozniacki.



Bu gunlerde Danimarka'li guzelin ismi Irlanda'li genc golfcu Rory Mcllroy ile ask dedikodularina karisiyor. Wozniacki'den sadece bir yas buyuk olan Mcllroy'un kariyeri en az Wozniacki kadar parlak basarilarla dolu. Mcllroy 1923'den bu yana golfun Wimbledon'u olarak bilinen Amerika Acik'i kazanan en genc golfcu.

Yardımcıya Baktı Golü Verdi

Maç izlerken eğer topun çizgiyi geçip geçmediğini kestiremezsek spikerlerden bu sözü duyana kadar yüreğimiz hoplar. İyi de olsa kötü de olsa herkes sonucu ister. Ama tribündeki kimse de çoğunlukla televizyon başına geçmeden emin olamaz.

Kale çizgisi teknoloji son günlerde Premier Lig'den gelen açıklamayla yine gündeme geldi. Zaten 2010 Dünya Kupası için de tartışılıyordu, o turnuva için FIFA'nın reddi ülkeleri ikiye böldü. Yine de Premier Lig yetkilileri 2012-2013 sezonunda teknolojiyi hayata geçireceklerini açıkladı, zaten bu teknolojide öncülük yapan ülkenin geçen yaz Dünya Kupası'nda canı en çok yanan ülke olması şaşırtıcı değil. İzleyenler hatırlar, Almanya karşısında son 16 maçında İngiltere 2-1 gerideyken Lampard'ın uzaktan şutu çizgiyi geçmişti ama hakem golü vermemişti. Skor 2-2 olacakken İngiltere maçı 4-1 kaybedince olay büyük tepki toplamıştı. Bu yaz ise Arsenal, düzenleyeceği Emirates Cup hazırlık turnuvasında bu teknolojiyi deneme amaçlı kullanmak istedi, ancak FIFA'dan yine ret kararı geldi.


Önce belirtmek lazım, genellikle bu tip pozisyonlarda karar bu kadar bariz olmaz. Çoğu zaman topun ya tamamı çizgiyi geçmez, ya da topun tamamı çizgiyi ucundan geçer, kıyamet de bundan kopar. Kimi zaman televizyondan izledikten sonra bile kararı verilemeyen ve haftalarca tartışılan pozisyonları da Türkiye'de yaşadık. Bence otoritelerin bile televizyon başında tartışıp karar veremediği, hakemlerin gözünde ise bir anda olup biten pozisyonun kararını hakemin 5, bilemedin 10 saniye içinde vermesini beklemek biraz insafsızlık. Orta hakemin çaresizce yan hakeme bakması, yan hakemin de aynı şekilde karşılık vermesi bence sadece sorumluluğu gereksizce o iki hakemin üzerine yıkmak. Blatter'in söyledikleri bir yere kadar doğru belki, insan hataları bu oyunun bir parçası ve teknoloji futbolu doğasından uzaklaştırır. Ancak oyunun kaderini bu denli etkileyen kararları teknoloji yardımıyla kesin ve net bir şekilde vermek varken, insana ve yapabileceği hatalara bırakmak yanlış bir seçim. Ne kadar bu duruma oyunun veya kaderin cilvesi, insan doğası desek de bu durumlarda verilecek yanlış kararlar gol yiyeni geçtim, gol atanın bile sevincine az da olsa bir gölge düşürür.

Futbol, siyahla beyazın bu anlamda ayırılabileceği bir yerde teknolojiyi kullanmayan tek büyük spor belki de. NBA'de hakemler verdikleri 3 sayı veya 2 sayı kararını daha sonra kameradan izleyerek değiştirebiliyor, teniste oyuncular hakemin verdiği karara itiraz edip şahin gözü teknolojisiyle topun tam olarak düştüğü yeri görebiliyor. NFL'de karara itiraz durumunda veya hakemler kararsız kaldıklarında Booth Review dedikleri, temelinde pozisyonu televizyondan izleme olan yönteme başvurabiliyor. Buz hokeyi ligi NHL'de ise bahsettiğim teknoloji, kalenin üst direğinin iç kısmına yerleştirilen bir kamerayla futboldaki amacıyla birebir örtüşecek şekilde kullanılıyor. Tüm bu teknolojiler, oyunun doğasını bozmaktan ziyade doğru kararın verilmesinde yardımcı oluyor ve hak yerini bulunca da kimse itiraz edemiyor tabi.

Aynı şekilde teknolojinin kullanımı yerine tercih edilen bir diğer yöntem futbol maçlarında 4 yerine 6 hakemin görev yapmasıydı. Aut çizgisinde görev yapması gereken fazladan iki hakem, penaltı gibi kararların verilmesinde orta hakeme yardımcı olacaktı. Bu insan doğasından canı yanan da malesef biz olduk, Ali Sami Yen'de oynanan Galatasaray - Atletico Madrid UEFA Kupası maçında çizgi hakemi ceza sahasında gözünün önünde olan elle oynamayı görmedi, penaltıyı vermedi. Art niyet olsun ya da olmasın, maçın kaderine direkt olarak etki eden bir pozisyon olması oyunun keyfini kaçırmıştı izlerken açıkçası.

Teknolojinin aslında bu yazının konusundan uzak ama bir diğer kullanımı da kamera görüntülerini diğer kararlar için de kullanmak. Yine bahsettiğim diğer sporların çoğunda olan bir teknoloji, biz de aslında yine 2010 Dünya Kupası'nda bir nevi tanışmıştık. Arjantin - Meksika maçında Tevez'in attığı ve bariz ofsayt olan golü izleyenler hatırlar:



İlginç olan ise, turnuvanın 95.000 kişilik en büyük stadı Soccer City'de oynanan maçtaki o gol, daha sonra stadın dev ekranına yansımıştı. Golün bariz ofsayt olduğunu gören seyirci tepkisini koymuştu koymasına ama, esas önemli olan hakemin tepkisiydi. Verdiği golü ekranda gören hakem, Meksikalı futbolcuların da itirazları sonrası oyunu yaklaşık 1 dakika duraklatmış ve kararını gözden geçirmişti.

Tabiki verdiği gol kararının yanlışlığını stad ekranında görünce golü iptal etmek diye bir FIFA kuralının olduğunu sanmıyorum, o gol de iptal edilmemişti zaten. Keşke olsaydı da, maçtan sonra ilk goldeki ofsayt pozisyonu yerine maç boyunca Arjantin'in sergilediği güzel oyun konuşulsaydı.

Anlattığım sebeplerden dolayı bence futbolda bu tarz kararlarda teknolojiden yararlanmanın hiçbir sakıncası yok. Hakemlerden bütün pozisyonlarda görüntülere başvurmasını istemiyoruz tabiki, bu oyunu hem yavaşlatır hem de hakemlere zaten gerek kalmaz. Ama bahsettiğim tarzda pozisyonlar zaten gri bölgelerin olmadığı, siyahla beyazı ayırt edebileceğimiz pozisyonlar. Ofsayt mı, top çizgiyi geçti mi geçmedi mi gibi tartışmalarda görüntülere başvurmak olası yanlış kararların da anında düzeltilmesini sağlayabilir. Böylece özellikle Türkiye'de sıkça yaşanan hakem karalama kampanyalarının da bir nevi önüne geçilebilir.

Neyse ki dün gelen haberler gösteriyor ki, teknoloji düşmanı inatçı Sepp Blatter bile artık kale çizgisi teknolojisine sıcak bakıyor, en azından kale çizgisi teknolojisinin kullanımına bir veya iki sene içinde başlanacağının müjdesini vermiş kendisi. Devamını bekliyoruz.

Bordeaux Şehrine Yeni Stad

Hatırlarsanız geçen sene büyük hayallerle girdiğimiz EURO 2016 adaylığı sınavını Fransa'ya kaybetmiştik. Daha sonra Fransa, turnuvanın 12 ayrı stadda oynanacağını açıkladı. Bildiğim kadarıyla Fransa 1998 Dünya Kupası'ndan beri bu büyüklükte bir organizasyon düzenlemiyor. (2003'te bizim de Almanya'nın kontenjanından katıldığımız Konfederasyon Kupası Fransa'da oynandı, ama o turnuva için yalnızca 3 stat kullanıldı. O turnuvada hayatını kaybeden Kamerunlu forvet Marc-Vivien Foe'yi de buradan anıyoruz.) Haliyle de hemen her stad için bir yenileme veya yeni stad planı açıkladı Fransa. Bu adaylık aslında çok ihtiyacımız olan modern yapıda, yüksek kapasiteli ve son teknolojileri kullanan stadlar yapmak için elimize geçen harika bir fırsattı, ama olmadı. Bize nasip olmayan o stadlardan Bordeaux'da yapılacak olanının detayları da geçen hafta açıklandı.


Şehir yönetimi, yapılacak yeni stad için İsviçreli firma Herzog & de Meuron tarafından yapılan aşağıdaki planı kabul etmiş. Stadın estetiği ve dış görünümü dışında en çok dikkat çeken özelliği ise güneş enerjisinin kullanımı. Bu alanda öncü ülke olan komşuları Almanya'yı takip etmesi sevindirici. Sonuçta stad yapmak çok büyük bir yatırım (bahsi geçen stadın maliyeti 200M €) ve büyük turnuvalar için yapılan yüksek kapasiteli bu tarz stadlar çok uzun yıllar boyunca yıkılmadan yerinde duruyor, bu yüzden bence bu planları gelinlik seçer gibi seçmekte fayda var. Üstelik Katar gibi bir ülke 2022 Dünya Kupası için hazırladığı yenilikçi stadları dünyaya sunduktan sonra Fransa gibi bir futbol ülkesi, her ne kadar Katar kadar zengin olmasa da stadlarını yaparken bu çıtaya en azından ulaşmayı hedeflemeli.

(Bugün hala zaman zaman Türkiye Kupası finali, milli ta
kım hazırlık maçları gibi maçlara evsahipliği yapan İzmir Atatürk Stadı 1964 yılında yapıldı. Zamanında koltuksuz 80.000 kişi kapasiteliydi, bugün TFF sitesinde verilen resmi kapasite 51.295 kişi ve yine TFF verilerine göre hala Türkiye'nin en büyük 3.stadı konumunda. Merak edenler için - 1. Atatürk Olimpiyat Stadı (76.092), 2. Türk Telekom Arena (52.600), 4. Şükrü Saracoğlu Stadı (50.509).)


Bordeaux'da yapımı 2015 yılında tamamlanacak stadın planlanan
kapasitesi ise 43.500 kişi. Yenilenebilir enerji fikri, yeşil dünya gibi kavramlar eşliğinde yapılıyor olması ayrıca güzel. Ancak eğer resimdeki gibi ormanlık alan yavrusu bir yere yapılacaksa ulaşım konusunda ciddi sıkıntı yaşayabilir, ayrıca o güzelim alan da telef olur. Vardır herhalde bir bildikleri. Dış yapıda gözüken ince direkler ve tavanın çizgili yapısı da ormanlık bir alanı ve ağaçları andırdığı için böyle seçilmiş.


Resim stad için sade ve şık bir görüntü oluşturmuş, resimdeki gibi gündüz maçları oynanırsa umarım bu kadar göz alıcı olur. Gece maçlarını görmek için de artık turnuvayı beklemek zorundayız herhalde. Söylemeye gerek kalmamıştır sanırım ama ekleyelim, stad turnuvadan sonra Bordeaux takımı tarafından kullanılacak. Darısı yıllardır hayalini kura kura bizi kurutan Karşıyaka Stadı'nın başına.

26 Temmuz 2011 Salı

The Big Apple


La Gazetta dello Sport Juventus'un New York Central Park'da yaptigi yuruyusu ve kisa antrenmani boyle goruntulemis. Dunya'nin en guzel sehrinin futbol dolu bu goruntulere sadece kisa bir sureligine de olsa tanik olmasi cok guzel, futbolcular Central Park'a yakismislar.
Acaba kaptan Del Piero butun takimi New York'un unlu Italyan restorani Cipriani'ye goturmus mudur?

Juventus Philadelphia'ya Gelirse


Baseball'da olsa ister istemez insanda 6-7 ay yasadigi sehrin takimina bir baglilik oluyor, keske Eagles'i ziyaret etselerdi Michael Vick ile Del Piero'nun konusmasini izlemek guzel olurdu. Baseball'i tercih etmis Juventus, Citizens Park'da guzel goruntuler ..

Transfer Dersi

Yabanci oyuncu transferi acisindan son yillarda en basariz, tabiri caiz ise en fazla cuvallayan takim suphesiz Galatasaray. Uc yildir Kewell ve Baros disinda neredeyse hicbir yabancisindan verim alamayan, her yeni gelen yabancinin gideni arattigi, bu gelen-giden sirkulasyonunun da bir hayli hizli oldugu bir donem yasandi. Bu sene su ana kadar uc yabanci oyuncu aldindi, Muslera, Melo ve Ujfalusi. Muslera bonservisinde yazan 11.25 M Euro’ya ragmen, Galatasaraylilarin gozunde en az suphe uyandiran transfer. Ujfalusi ve Felipe Melo icin ayni guvenden bahsetmek acikcasi cok kolay degil. Bu iki transfer de ilk bakisda gecen senelerde benimsenen ve basarisiz olunan mentalite ile yapilmis duruyor. Melo’nun maliyeti ve Juventus’daki performansi dusundururken. Ujfalusi ile baslayan her cumle ise ’ ama 33 yasinda’ diye bitiyor. Kimse Melo’nun Cana’dan, Ujfalusi’nin de Neil’den cok daha yararli olacagini soyleyemez. Insallah yine gelenler gidenleri aratmaz.

Galatasaraylilari bir baska dusunduren konu ise Atletico Madrid’in Ujfalisu’yu Juventus’un ise Melo’yu yolladiktan sonra ayni bolgelere Melo ve Ujfalusi’den kagit uste daha iyi daha genc ve ustelik daha ekonomik transferler yapmis olmasi. Braga’da yildizi parlayan 23 yasindaki sag kanat oyuncusu Silvio’yu 2 milyon Euro gibi makul bir ucrete aldi Atletico Madrid. Juventus ise Arturo Vidal’i 10 milyon euroya aldi, eger Galatasaray seneye Melo’yu almak istese Melo’nun maliyeti 15 milyon euro fazla olucak. Ne Juventus’un transferi ne de Atletico’nun transferi bir scouting mucizesi degil, her iki oyuncu da futbolla biraz ilgilenenlerin bildigi tanidigi isimler. Fatih Terim kimse Galatasaray’a ders veremez dese de hem Atletico hem Juventus Galatasaray’a iyi bir transfer dersi vermis gibi gozukuyor..

Biz Buna Mecbur Muyuz?


Turkiye’nin her gecen yil daha kotuye giden bir transfer imaji olusmaya basladi Avrupa piyasasi gozunde. Artik Avrupa’da oynayan futbolcular ve ozellikle de menejerler Turkiye’yi ozellikle de uc buyuk kulubumuzu cebinde parasi olan ama aldigi mal hakkinda hicbirsey bilmeyen musteri gibi gormeye basladilar. Nerede bir yildir futbol oynamayan, nerede sozlesmesi bir sene sonra hatta alti ay sonra bitecek futbolcu varsa Turkiye’ye pazarlanmaya calisiliyor.



Kuluplerin isleyisleri hakkinda cok bir bilgim olmasada artik bir Turk kulubu oyuncuyu begenip “biz bu oyuncuya talibiz” demiyor, diyemiyor. Menejerler araciligiyla satilik ve istenmeyen bir oyuncu havuzundan en tanidik ve ‘bir zamanlar’ en iyi performansi gostermis oyuncular seciliyor. Aynen sadece zengin mahallesinde oturmak icin en gozden dusmus eve bir servet odemek gibi…

Turk oyuncularimizi Avrupa’ya pazarliyamamazin bahanesi sahip olduklari Turk pasaport’u ve bu pasaportun statu geregi cogu ulkede kontenjan sinirlamasina takilmasi. Herkesin gozunden kacidigi bir konu var ki biz Avrupa’ya yabanci oyuncu da yollayamiyoruz, onlarin da mi Turk pasaportu var ? Gunumuzde onbir kisilik bir takimin altisi yabanci oyuncu ise biz en az Turk oyunucularimizi Avrupaya pazarlamak kadar yabanci oyunculari da Avrupa’ya pazarlamaya calismaliyiz, ve basarisiz olugumuz icin endiselenmeliyiz.
Suan Avrupa’dan ust duzey bir takimin Turkiye’den alacagi yabanci oyuncu sayisi 2 yada 3u gecmez. Su gunlerde Lugano’nun Italya’ya transferi konusuluyor ve ara sira bazi takimlarin Dos Santos’a talip oldugunu duyuyoruz, zaten yillardir ust duzey bir takima transfer olan yabanci oyuncumuz da yok. Ama isin obur tarafina bakinca cok farkli bir tablo ortaya cikiyor. Turk takimlari Juventuslardan Atletico Madridler’den Sevillalar’dan hersene milyonlarca dolar karsiliginda oyuncu aliyor.

Buyuk kulupler genc oyuncularin yetisip tecrube kazanacagi yer degildir, her transfer edilen oyuncu oynamaya hazir olmalidir, en azindan oyuna girdiginde oyunu degistirebilecek bir yedek. Bu butun buyuk takimlar icin gecerlidir, Messi Aguero veya Robinho genc yaslarinda buyuk takimlarda forma sansi buldularsa zaten o anda kendilerinden yasli oyuncularindan daha formda olduklari icindir.

Boyle bir durumun Galatasaray Fenerbahce ve Besiktas icin de gecerli oldugunu saniyoruz. Yukarida bahsettigim gibi aslinda hak etmedigimiz bir sekilde zengin mahallesinden ev almaya calisiyoruz, ve bu isten cogu zaman zararli cikiyoruz. Belki yabanci oyuncular icin yapmamiz gereken transfer politikasini Turk oyuncular icin yapiyoruz. Galatasaray’in aldigi genc bir Turk forvet yada genc bir ortasaha oyuncusu hicbir zaman Galatasaray’da oynayacak duzeyde olamiyor, dolayisiyla da forma sansi pek bulamiyorlar. Istanbul’un da getirdigi heyecanla performanslari dususe geciyor ve futbolu en cok gelistirmeleri gereken donem verimsiz geciyor. Iki sezon sonra bir Anadolu kulubune yollandiklarinda ise tekrar o sicramayi yapmak bir hayli zor oluyor. Kimse Galatasaray’dan yeni Messi’yi kesfetmesini beklemiyor, olsun varsin alacagimiz genc yabanci oyuncu Barcelona’da oynayacak duzeyde olmasin hatta yedek bile olamasin. Ama artik kariyerinde dususe gecmemis hatta kariyerinde sicrama ariyan yabanci oyunculara yonelmeli takimlarimiz. Musa Cagiran’dan iyi 21-23 yaslarinda kac tane orta saha oyuncusu vardir Avrupa’da, kac tane forvet vardir Mehmet Batdal’dan Ilhan Parlak’dan iyi. Ustelik yerli piyasasinda genc oyuncularin fiyati da bir hayli yuksek. Turk kuluplerinin aldiklari yabanci oyuncular ise sozlesmesi bittiginde ya serbest kaliyor, yada cok cuzzi fiyatlara baska kuluplere transfer oluyor.


Uc buyuk kulubumuz “Neden biz Turk oyunculari pazarliyamiyoruz?” sorusunun tumlecini degismeli ve kuluplerimiz o kadar yatirim yaptiklari yabanci oyunculardan da hicbir gelir elde etmediklerini anlamalilar. Daha buyuk bir oyuncu havuzundan, maliyeti daha dusuk genc oyuncular bulabileceklerinin farkina varmalilar.

Yaz Ayları

Endüstriyelleşen futbolda herkes biliyor ki artık moda olan dünya devi kulüplerin yaz aylarında maçlarını Asya'da veya Amerika'da oynaması. Maksat globalleşen pazarlarda tanıtımdan geri kalmamak, büyük kulüplerin markalarını dünyanın her ucuna yaymak. Zaten bu akım bize de 2002 yılında Dünya Kupasını Güney Kore ve Japonya'da oynadığımızda ucundan dokunmuştu. O turnuvayı izleyen herkes hatırlar, Şenol Güneş ilk 11'de Hakan Şükür'ü oynattıkça Hakan saç baş yoldururdu. Ne zaman İlhan Mansız oyuna girse biz Türkler Hakan'dan kurtulduk diye, Asyalılar ise hayranı oldukları "İmansız" oyuna girdiği için sevinirdi. Kendisine gösterilen bu ilgi İlhan'ın Japonya'dan Vissel Kobe takımına transferine kadar ilerledi, ancak orada da hemen sakatlandı ve sevdiğimiz İmansız'ı bir daha eski formuyla izleyemedik.


İlhan Mansız bu yönüyle bizim David Beckham'ımız olmuştur aslında. Asyalılar futbolla yine bu dönemlerde Beckham hayranlığıyla tanışmıştır ve futbol en çok izledikleri sporlardan biri haline gelmiştir. (Sahi Asya'da en çok hangi spor izlenir? Masa tenisi, dövüş sanatları?) Son yıllarda bu global futbol akımından en çok nasibini alan ülke ise Amerika oldu. İnsanı yalnızca bir Dünya Kupası'ndan diğerine futbol izleyen bu ülkeye bu akımı başlatan takımlardan biri de zaten Beckham'ın 2003 yılına kadar oynadığı Manchester United'dır. Giderek büyüyen ilgiye önce yine Beckham'ın LA Galaxy'e astronomik bir ücretle transferi, ardından Thierry Henry ve son olarak 2010 Dünya Kupası'nda gelen başarı eklendi. Amerika grubunu İngiltere'nin önünde birinci bitirse de, bir üst turda Gana'ya uzatmalarda elendi. Teknik seviyeleri düşük olmasına rağmen yorulmak bilmeyen futbolcuları ortaya koydukları mücadeleyle "Acaba bu Amerikalılar bu oyunu sonunda çözdü mü?" sorusunu akıllara getirdi ve alkış topladı. Şimdilerde ise Manchester City, Manchester United, Real Madrid, Barcelona gibi bir çok dünya devi yaz aylarında her sene Amerika'ya uğruyor.

İki gün önce oynanan Manchester City - LA Galaxy maçında iflah olmaz yıldız Mario Balotelli, yaptığı gereksiz hareketle hem taraftarları hem de Mancini'yi delirtti. Delirtti delirtmesine, ama daha sonra yaptığı hareket ise Balotelli'nin karakterini gösteren komik bir durum. Yüzde 200 haksız olduğu yerde Mancini'ye kendisini oyundan aldığı için kızması yetmiyormuş gibi arkasını dönüp dinlemeden çekip gitmesi hangi akla uyar ben çözemedim. Direk soyunma odasına giden Balotelli ikinci yarıda da soyunma odasından çıkmamış, olayı ise siz izleyin:


Bir diğer olay ise aynı gün oynanan Real Madrid - Philadelphia Union maçından. Futbol oyunlarına gelince PES'in adını duymamış, yıllardır FIFA oynayan bu ülkenin insanı da heralde futbolu aynı FIFA gibi oynuyor. Philadelphia'lı Michael Farfan, kaleciyi ceza sahası çizgisinden avlamış, aynı FIFA oyunlarındakine benzer güzel bir gol atmış.


Aynı maç içinde biri Mesut'tan olmak üzere ilk 10 dakikada 2 gol yiyen Philadelphia kalecisi efsanemiz Mondragon'a ve ibretlik Philadelphia savunmasına da selamlar olsun.


25 Temmuz 2011 Pazartesi

De Rossi Non Si Tocca*

Roma Kulubunun futbol direktoru Walter Sabatini' nin bugun yaptigi aciklama "De Rossi Non Si Tocca*"


*: De Rossi Dokunulmaz


16 Temmuz 2011 Cumartesi

Yok diyecekler dilleri varmıyor..

“Türkiye’de Fenerbahçe Cumhuriyeti sağlıklı, başarılı ve ilkse bu ülkede her şey mutlu ve huzurludur. Esnafın yüzü güler, parakende ve toptancıların tezgahında mal kalmaz. Tiyatrolar, sinemalar, sazlar, barlar, meyhaneler fuldur. Stadlar Türkiye’nin her vilayetinde lebaleptir. Fenerbahçe gittiği her kente kendi ile birlikte büyük bereketini götürür. Kötü (!) uğurlanmasına rağmen, Fenerbahçe Cumhuriyeti ortalıkta yoksa, Türkiye yoktur, futbol yoktur, bolluk yoktur, insanlar yoktur canlılar güç nefes alır ve bu ülke kısa süre sonra yaşayan yer olmaktan çıkıp, mezarlık olur. Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü nede kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz…”
İslam Çupi

Hepimiz İslam Çupi' nin yukaridaki yazısını biliyoruz. Bu yazı şike soruşturması sonrasında Fenerbahçe resmi sitesinde yayınlanınca bir anda tekrar herkesin dikkatini çekti, bütün Fenerbahçelileri tekrar gururlandırdı (!)

Fenerbahçelilerin başka kimsenin farkında olmadıkları bir büyüklük inancına sahip olduklarını düşünüyorum. Sadece kendi aralarında geçerliliği kabul gören bir büyüklük imanı. İslam Çupi bu yazısı artik bu büyüklük imanının son noktası...



Bir Hacı Bektaş fıkrası Fenerbahçe'nin bu durumunu çok güzel özetliyor..

Hacı Bektaş bir gün camiiye gitmiş, imamın vaazına denk gelmiş. İmam vaazında Allah'ın büyüklüğünden bahsediyormuş.
"Allah öyle büyüktür ki, onu göremezsin. Öyle büyüktür ki onu duyamazsın, öyle büyüktür ki ona dokunamazsın..."
Hacı Bektai imamın dediklerine dayanamayıp hemen araya girmiş " 'Allah yok', diceksin dilin varmıyor"

Fenerbahçeliler de kendilerinden menkul bu büyüklüğe inanmaya devam etsinler, onlar farkında değil ama yok dicekler dilleri varmıyor...

10 Temmuz 2011 Pazar

Sirada Milan Sinavi

Italyada lisenin sonunda yapilan ve bizim OSS sinavina (adi ne oldu bilmiyorum artik) benzerlik gosteren "maturià" sinavinin sonuclari aciklanmis. Milan'in cicegi burnunda genc golcusu El Shaarawy' da bu sinava katilan Italyan genclerin arasindaymis. Bizim OSS'nin farkli olarak "maturià" sozlu ve yazili olarak iki bolumden olusuyor ancak bizim OSS gibi her liseli gencin kabusu. Eskiden OSS sinavi milli takim kampina denk geldigi icin yurtdisinda sinavi alan Turk futbolculari hatirlardim, ama artik pek yok heralde.. 60/100 alarak baraji gecmis baraji ucundan gecmis.


 "Antrenmana elimde kitaplarla giderdim, hayatim ders, Padova ve 19 yas alti milli takim arasinda bolunmustu" El Shaaraway 

 Onu artik daha zor bir sinav bekliyor, bakalim beklentileri karsilayip Milanda basarili olabilicek mi ?