Futbolda olduğu gibi teniste taraftarlık yapmayı pek sevmem, çoğu zaman benim için sonuçtan çok oynanan oyun önemlidir. Seyir zevki denince herkesten önce 2009 yılında kortlara veda eden Marat Safin gelir, özellikle toprak kortta kendisini izlemek bana büyük keyif verirdi. Tek ayağı üstünde zıplayarak vurduğu backhand'i o vuruşun tenis literatürüne Safin backhand'i olarak geçirecek şekilde iyi vururdu. Şüphesiz kendisini izlerken büyük keyif aldığım bir başka oyuncu ise James Blake. Kendisi bitmek bilmeyen bir enerjiye ve Gonzalez ve Del Potro ile birlikte oyunun en iyisi olarak kabul görülen müthiş bir forehand'e sahip. Hem Safin'in hem de Blake'in kariyerleri sakatliklarin etkisiyle cok calkantili gecti, artik kortlardaki strese ve sakatliklara dayanamayan Safin 29 gibi genc bir yasta tenisi birakmaya karar vermisken Blake ise hala daha once mucuzevi bir sekilde basardigi geri donusu tekrar etmenin pesinde.
Kariyeri'nin sonlarina yaklasan James Blake icin bir geri donus artik cok uzak gozukse de kendisi 2005 yilinda belki de spor tarihinin en buyuk geri donuslerinden birini gerceklestirerek buyuk bir mucizeye imza atmisti. 2004 yilinda kariyerinin o ana kadar olan en ust noktasindayken Roma'da mac oncesi yaptigi antrenmanda boynunu kiran Blake'in birakin tenis oynamayi 6 ay boyunca yurumesine bile izin verilmemisti. Bir daha tenis oynayip oynayamayacagi bile belli degilken, Blake sakatligindan 6 hafta sonra babasini kaybetti. (Sakatligi sirasinda yasadiklari ve tenise geri donusu hakkinda 2007 yilinda Breaking Back: How I Lost Everything and Won Back My Life adinda bir kitap yayinladi. Yazdigi kitap spor camiasinda bugune kadar yazilmis en etkileyici biyografilerden biri olarak kabul ediliyor. Sophomore yilinda profosyonel tenisci olmak icin Harvard egitimini birakan Blake'den de bu beklenirdi.) Butun bu olaylarin ustune biyografisinde kendisinin aslinda ne kadar sansli oldugunu dusundugunu anlatiyor. Sakatlanmis olmsini buyuk bir sans olarak goruyor ve aksi halde buyuk ihtimal babasinin hayatinin son 3-4 haftasinda onunla birlikte olamayacagini dusunuyor. Ayrica kitabinda Blake sakatliginin ve babasinin olumu ardindan sevdigi herseyin elinden goz acip kapayincaya kadar elinden gidebileceginin farkina varip hayata hic olmadigi kadar guclu baglandigini soyluyor.
Butun bu buyuk acilari yasadiktan sonra kimse Blake'den tekrar kortlara donup basarili olmasini beklemiyordu. Ustune ustluk bir yildir turnuva oynamadigi icin Blake siralamalarda ilk 200de bile degildi. Ama o cok kararliydi ve ise ATP turnuvalarinin bir alt katogarisi olan Challenger turnuvalarini bir bir kazanarak basladi. Kisa surede cok yogun bir turnuva programinin ardindan 49.luga kadar yukseldi. Ama asil destegi onu cok seven Amerikan halkindan aldi. Genelde genc ve gelecek vaad eden oyunculara verilen US Open wild cardlarindan biri USTA tarafindan o sene James Blake'e verildi. Blake kendisine taninan bu sansi daha iyi kullanamazdi. 3. turda 2 numarali seri basi olan Nadal'i eledikten sonra ceyrek finale kadar yukseldi ve bir baska Amerikali Agassi'yle elesti. Blake ceyrek finalde Agassi'ye belkide hayatimda izledigim en guzel tenis maclarindan birinde 5. seti 7-6 kaybederek elendi. Eger tenisi sevmeyen birine sevdirmeye calisiyorsaniz yapacaginiz en yararli seylerden biri ona US Open 2005 Agassi-Blake macini izletmek olur.
Artik siralamalarda geriye dustugu icin cok James Blake macina denk gelemiyorum. DVD ye cektigim maclar arasinda Safin'den sonra en cok James Blake maci var sanirim. Eylul'de cok buyuk ihtimal US Open'a gidecegim, en buyuk hayalim belki de baska bir turnuvada elime gecemeyecek bu firsati degerlendirip bu guzel adamin canli bir macini izlemek.
Follow @PazzoBuffone
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder